
Ortaokulda Türkçe öğretmeni bir kitap özeti istediğinde, aslında benim hiç okuma kitabım olmadığını farketmiştim. Evde okuyacak ve özetini çıkarabileceğim bir kitap yoktu. Yine her zaman yaptığımı yapmıştım ve son 1 hafta kala özeti teslim edeceğim aklıma gelmişti. Ne yapıp edip bir kitap bitirip özetini çıkarmam gerekiyordu. Bu kendimde hissettiğim zorunluluk algısı, öğretmenin düşük not vereceğinden değil de, sınıfta hoşlandığın kıza rezil olma korkusuydu, kız çoktan hazırlamıştı özetini. Öğretmenin yapmayanları tahtanın önüne çıkartıp rezil edeceği korkusuyla kitap arayışına başlamıştım. Kimseye rezil olma gibi bir düşüncem falan yoktu. Yardımıma yine İngilizce öğretmenim yetişmişti. Kanada da yaşadığı onca yıldan sonra bizim köye yerleşmiş, okulda da ücretli İngilizce öğretmenliği yapıyordu. Yalnız Mehmet hocamın ( İngilizce öğretmenim) İngilizce'den çok daha iyi yaptığı bir iş vardı. Elinden hiç kitap düşmezdi. Sürekli okur, her hafta kitap değişimi için Merkeze kütüphaneye uğrardı. Geçenlerde ziyaret ettim kendisini, hala o tek göz evinde elinde kütüphaneden aldığı kitabıyla oturuyordu. Yıllar geçmişti, yıllar takvimden çok şey götürmüştü, ama Mehmet hocamdan o okuma aşkını götürmemişti. Her hafta yine kütüphaneye gidiyor, yine o fi tarihinden kalma kütüphane üyelik kartıyla kitaplarını alıp okuyordu. O gün de yardımıma o yetişti. Fareler ve İnsanlar diye John Steinbeck'in bir kitabını verdi bana okuyup özetini çıkarmam için. 2 günde okuyup kitabı, özenle çıkardım özetini zamanı gelince teslim ettim öğretmene. Rezil olmamıştım sınıfta, yapmıştım ödevimi. Ama okumak benim için hala aynı şeydi, gereksiz bir eylem gibi canlanıyordu zihnimde. Liseye başladıktan sonra da benden bir kitap özeti istediklerinde hep o Fareler ve İnsanlar kitabının özetini veriyordum.
Eğitim sisteminin benden istediklerini yapıyor, ezberlemem gerekenleri ezberliyor, hayatın 5 şıktan birisinin doğru olduğunu dayattığı sınavlardan benden istenen doğruları yaparak ilerliyordum. Şıklara verdiğim doğru cevaplar beni yavaş yavaş ilerletiyor, üniversiteye atıyordu. Üniversite de hocanın birisi çıkıp kitap özeti isteseydi yine aynı kitabın özetini çıkartır verirdim. Çünkü orada harcadığım 4 sene boyunca da bir tane bile başka kitap bitirmemiştim. Gerek yoktu. Çok okuyan değil, çok ezberleyenlerin başarılı olduğu bir sistemde ben de küçük bir çark gibi tıngır mıngır işliyordum. Hedefim okulu bitirip iş bulup çalışmaya başlamaktı. Hayatın öğretileri ile eğitim sisteminin öğretilerinin birleştiği çizgide yol alıyordum işte. Üniversite bitti yine sınav, yine hayatına yön veren 5 şıktan doğru olanı bulma gibi bir uğraştan sonra öğretmen olarak başladık göreve. Ve ben hala okumak için bir uğraş içinde değildim.
Atandığım ilk sene askere gittim, orada bir kaç arkadaştan etkilenerek kitap aldım okumaya başladım. Ben askere gittiğimde 25 yaşındaydım. 25 sene geçmişti hayatımdan. 25 sene de bana söylenilenleri doğru sandım, 25 sene hakkında bilgi sahibi olmadığım düşünceleri sanki kütle çekim kuvvetini ben bulmuşum gibi savundum. Cahilliğin, eğitimle geçmeyecek bir hastalık olduğunu anladığımda da 25 yaşındaydım. Cahildim bugün de cahilim, belki yine cahil olarak öleceğim, ama en azından artık cahil olduğumu kabul edebiliyorum. Öğrenmem gereken, ya da bize dayatılan yanlışların arasında hala doğru bir şeyler bulabileceğimin farkındayım.
Biraz merak edip, biraz araştırıp, biraz okuyunca, o körü körüne bağlandığım, saplantılı bir şekilde savunduğum fikirlerimin birçoğundan vazgeçtim. Mesela, hayatımızın en önemli alanlarından birisi olan dini ele alalım. Yapmamız ya da yapmamamız gereken davranışların altında genellikle din vardır. Hayatıma bu denli yön veren dinimin kitabını hiç okumamıştım. Oysa ilk emri "Oku" olan bir kitaptı. Eminim müslümanların büyük bir çoğunluğu da hala okumamıştır Kuran'ı. Hatim edenlerin bir çoğu daha Fatiha suresinin o güzel manasından bile haberdarı yoktur. Oysa o anlaşılsın, öğüt alınsın diye indirilen kitap, sırf okunmasın diye türlü türlü daleverelerle hep duvarlarda mendillere sarılıp asılan bir kitap olmuştu. Uydurulan din ile, Kuran'daki din arasındaki farkları gördükçe, bu zamana kadar inanmış ve savunmuş olduğum dinin, aslında bir hurafeler dini olduğunu anladım. Oysa bize Kuran'da sunulan rasyonel bir din olgusundan hiç haberim yoktu. Eylemsel anlamda değişen bir şey yok belki şu an hayatımda, ama artık daha akılcı, eskisinden daha inançlı bir şekilde idrak edebiliyorum dinimi.
İçinde yaşadığım çevre beni nasıl müslüman olarak yetiştirdiyse, aynı çevre beni yine Atatürk'çü olarak yetiştirmişti. Kulaktan dolma bilgilerle yine Atatürk'ün avukatı olmuştum neredeyse. Ceketine her rozeti asanı Atatürk'çü sanan bir insandım. Bana küçüklüğümde Atatürk şöyle büyük adamdı, böyle güzel insandı diye anlatan kişilerin bugün Atatürk'e vatan haini dediklerini okuduğumda anladım ki Atatürk'ü de okumam gerekiyordu. Son bir kaç ayımı Atatürk'le ilgili araştırma kitaplarını okuyarak geçiriyorum. En başta Nutuk olmak üzere bir kaç tane mantıksal tutarlılıkta kitaplar okudum. Okuduğun alan Tarih ve Atatürk olunca edindiğin bilgilerinde tutarlı bir şekilde olması gerekiyor. Çünkü bu konuda ortalıkta fazlaca bilgi kirliliği var gördüğüm kadarıyla. O yüzden tutarlılık önemli. Mesela Atatürk'ü Çanakkale'den silmeye çalışan kişiler, Çanakkaleyi deniz savaşından ibaret görüp, Atatürk'ün orada hiç bir etkisinin olmadığını söyleyen adamlar, daha sonra da bir başka konuda, Vahdettin'in Atatürk'ü memleketi kurtarması için Anadoluya gönderdiğini savunurlar. Koskoca padişah Atatürk'ü nereden tanıyor da o zaman ? Niye onca asker varken madem bu görevi onlardan birine değil de Atatürk'e veriyor ? İşte Atatürk'ü Çanakkale'den silersen bu soruların cevapları da anlamsız kalır. Bu da bir tutarsızlığı açığa çıkarır. O yüzden konu tarih olunca tutarlılık olmak zorundadır. En azından ben böyle düşünüyorum. Şimdi şunu da anlıyorum ki, yıllardır Atatürk'çüyüz diye geçinen kişilerin aslında Atatürk'ün düşünceleri ve eylemleriyle zerre alakası yok. Atatürk ismi sadece bir tabu olmuş ve Atatürk'ün fikirlerinin yerinde yeller esiyor şimdi. Toplumun bir tarafı nasıl insanları hurafeler dini ile uyutup, insanlara Kuran'da anlatılan gerçek dini anlatmadılarsa, toplumun diğer tarafı da fikirleri ve düşünceleri ile öne çıkan Atatürk'ü anlatmayıp, onun üzerinden prim yapmaya çalışmışlar. Bugün Atatürk'ün heykellerine veya resimlerine verilen önemin birazı onun fikirlerine verilseydi durum bundan çok daha farklı olabilirdi. İleride Atatürk'le ilgili sağlam bir yazı yazacağım için Atatürk meselesini burada çok fazla uzatmıyorum artık.
Bugün o ilk özetini çıkartıp, sadece sınıfta rezil olmamak için okuduğum o kitabı, Fareler ve İnsanları, ikinci defa tekrar okudum. Hem de yıllar önce Mehmet hocamın bana vermiş olduğu kitaptan. Ama bu sefer özetini çıkarmadım. Beni kimseye rezil olmaktan da kurtarmadı, kitabı bitirdiğimde sadece bir tebessüm oluştu. Ve bu sistemin içinde, yalanlar ve yanlışlarla dolu bu düzenin içerisinde, okuyarak belli doğrulara ulaşabileceğimi düşündüm. Keşke o gün sadece özet çıkarmadığım için rezil olsaydım da bugün okumadan geçirdiğim o yıllar için pişman olmasaydım. Keşke yıllarca kör düşüncelerin savunucusu olmasaydım... Hadi eyvallah
0 Yorumlar