14.10.1986 Bir doğumgünü hikayesi

                

                 
                    Doğum gününü ilk kez kutlayan bir çocuğun heyecanı hiç olmadı ben de. İlk doğum günümü kutladığımda da kazık kadar bir adam olmuştum. Küçükken bırak doğum günü kutlamayı, doğum günümü bile hatırlamazdım çoğu zaman. Annem hatırlatırdı bazen, zamane feysbuk'u gibi.O da doğum günüm geçtikten 3-4 gün belki de bir hafta  sonra hatırlatırdı. Doğum gününün özel bir anlamı olduğunu anca lise yıllarımda öğrendim. Bizim gibi kırsal kesimde yaşayan çocuklar gibi bilmezdik öyle parti, pasta falan.Arabaya benzettiğimiz taşlar, gazoz kapaklarından yaptığımız tasolar daha önemliydi bizim için.Hele yeşil kapaklı Fruko gazoz kapağına sahip olmak, 10 kaplan gücünde olmak gibi birşeydi. Çok nadir bulunurdu. Ona sahip olan kişiyle ütmesine maç yapmazdık bile, yeşil fruko kapağı lan bu, 10 kaplan gücünde.

                   Lise yıllarında öğrendim doğum günü nedir ne yapılır diye. Dünya'yı kendi köyünden ibaret gören bir çocuk için çok da şaşılacak bir durum değildi bu. Lise de arkadaşlar birbirlerine doğum gününde pasta getirirler, hediye falan verirlerdi, klasik şeyler işte. Ama benim için klasik değildi be. Bir insan sırf o gün doğdu diye niye hediye falan verilirdi ki. Sanki onca doğan arasından birinci gelmiş gibi, klasik bir şey değildi benim için, tam tersine garip bir durumdu. O zamanlar defterlere not edilirdi sevdiğin kişilerin doğum günleri, aşıklar zihinlerine kazırdı. Telefonlar çıkınca biraz daha kolaylaştı bu işler, ajandaya kaydedilir bir de hatırlatma melodisi eklenirdi. En erken kutlama yarışı olurdu lan, sanki ilk kutlayınca ödül veriyorlarmış gibi. Bizim gibi gariban çocuklar pek girmezlerdi bu işe, sonuçta hediye almak falan gerekiyordu. Bilmesek daha iyiydi. Zaten kendi doğum günümü bile hatırlamıyordum ki başkasınınkini hatırlayayım. Garipti benim için, hala o Fruko kapaklarındaydı belki aklım. Lise yıllarımda da unuttum hep doğum günlerimi. Hatırlamıyorum şimdi defterin bir köşesine not alıp, doğum günümü sözle de olsa hatırlayan birilerini. İçine kapanık bir öğrenci olduğum için pek de bilen yoktu herhalde. Dedim ya annem hatırlardı sadece, o da gecikmeli tarife. Zaten o sadece söylerdi.

                      Üniversiteye gittiğimde durum biraz farklılaşmıştı. Gazoz kapağı falan da kalmamıştı hayatımda artık :) Bütün gazoz kapaklarına eşit mesafedeydim. Güzel bir arkadaşlığımız vardı sınıfta. İlk defa onlarla kutladım doğum günümü, mekan bile kapatmışlardı benim için. Mekan da denmez aslında mekanın bir odası bizim için ayrılmıştı işte. Doğum günü pastası geldi, üstüne mumlar özenle yerleştirilmişti.Üflemeden önce dilek tutmam gerekiyormuş, kabul olur umuduyla tutmuştum bir dilek. Üniversitede tutabileceğin en iyi dilek sınıfta kestiğin kızın sana gelip teklif etmesini dilemektir. En azından benim için öyleydi. Olur mu olur, tuttuk işte.  Zaten o gün o dileğim kabul olsa, ben şimdi bile dilek tutup mum üflüyor olurdum.. Pastadan sonra hediyeler falan verilir  klasik. Bizim eşşek sıpaları işte, herşeyi adam akıllı yaptınız hediye işini de bari adam akıllı yapsaydınız. Bunlar toplanmışlar, bir biberon, bir bebek önlüğü bir de emzik almışlar. Bir de onlarla fotoğraflarımı çekiyorlar it herifler :) Kullanabileceğim birşey olsaydı bari. Hala saklarım onları evde.

                         İlk defa o gün 14 ekim tarihi bana kendimi özel hissettirmişti. 14 Ekim 1986'da daha özel hissedenler de vardı. Onların apayrı hayatları, apayrı hikayeleri vardı.Ben hikaye diyeyim, ama gerçekti, belki de hayatın en gerçekleriydi. Başrolünde ben vardım  hikayenin, ama hiç bir sözüm geçmedi hikaye de.

                                            YA KIZ OLURSA ?

Raziye'nin hamile olduğunu anlamasıyla başladı hikaye. 2 çocuk doğurmuştu, tecrübeliydi, anlamıştı hamile olduğunu. iki odalı bir evde bir odasında kendileri kalıyordu iki çocuğu ile birlikte, diğer odasında kayınpederi ve kaynanası. Zar zor söylemişti Alaettin'e hamile olduğunu. İlk kez baba olacak bir adamın gülümsemesi yoktu yüzünde. Hatta tebessüm bile yoktu. Bir endişeli bakış vardı sadece. Ne doğru dürüst bir iş vardı çalışacak, ne de cepte para. İki çocuk bile fazla gelirken şimdi bir de üçüncüsü. Allah verirdi rızkını ama.... Hep o ama'larla başlayan düşünceler. Hayatlarının en önemli kararını bebeğe sormadan alacaklardı. Uzun uzun oturmuşlardı o gece, bir karar verilecekti. Aslında kararı veren onlar değildi, adaletini sevdiğimin bu hayatı vermişti onlar adına kararı. Onlar sadece verilen kararı onaylayacaklardı. Raziye'nin elleri karnında. Hayat onların kararında bu kadar acımasızdı. İkisinin de çok zor günleri olmuştu, ileride de olacaktı ama hiç bir gün, hiç bir gece bu kadar zor olmamıştı onlara. Bir gece hayatlarının en zor kararını verdiler, hayatın mahkemesinde kalem kırılmış, hüküm konmuştu. Zaten yokluk hüküm sürmüştü tek oda evlerine, üçüncü bir çocuk yok hükmündeydi.Adına hayat denen katil milyonlarca cinayetine bir yenisini daha ekleyecekti.Aldırmaya karar verilmişti kendilerine ölüm gibi gelen bir kararla.Sabah hastaneye gidilecek ve doktora karar söylenecekti.Doktor hemen alacak mıydı, yoksa beklemeleri gereken bir zaman mı olacaktı belirsizdi. Kapattılar gözlerini, ikisi de uyumuş gibi yaptı ama kimse uyumamıştı. Bir tarafta anne gözyaşları, bir tarafta baba yüreği. Kalktılar, sabah uyanmış numarası yaparak. Güneş kıpkırmızı yüzünü göstererek doğuyordu, O her gün doğuyordu diye geçirdi Raziye içinden ama kendi evladı bir kez bile doğamayacaktı. Kahvaltıyı hazırladı Raziye, iki çocukları uyuyordu daha, kaldırmadılar. Alaettin uzandı ekmeğe, midesi bulandı  bıraktı hemen. Kahvaltı yapacak durumda değildi, Raziye zaten hiç oturmamıştı sofraya. Hazırlandılar, köyün ilk ve tek otobüsüne yetişmek için. Cam kenarına oturdu Raziye, iki kişilik koltuğun yan tarafında Alaettin ama onlar 3 kişiydiler. Yol boyunca camdan dışarı izledi Raziye, yavaş yavaş gözünden süzülen yaşları siliyordu. Gözyaşlarını silince geçiyordu ama yüreğinden akan yaşları silecek bir güç yoktu. Konuşmadılar hiç yol boyunca, Konuşsa ikna olunur muydu acaba ? Değişir miydi acaba kararlar ? Hayatlarının en uzun yoluna çıkmışlardı. Alaettin kamyon şoförlüğü yapardı iş olduğunda, o kadar uzun yol gitmişti ama hiç bu kadar uzun gelmemişti ona. Vardılar Muğla'ya. Alaettin'in ablası Ayşe hastanede temizlikçi olarak çalışıyordu. Onun yanına gittiler, hastane de yol yordam göstersin diye. Ayşe dindar bir kadındı, doktora gitmeden önce oturdular hastahane bahçesine. Ayşe başladı ikna çabasına, anlattıkça anlattı. Yanlış yaptıklarını farketmelerini istiyordu. Allah'tan ümit kesilmezdi işte, hatırlattı ayeti : " Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz. Onları öldürmek, büyük bir suçtur " (İsra, 31 ) Ayşe'nin ikna çabaları kararın değişmesini sağlıyordu. Hani kopacaktır halat, kopacaktır da çok zayıf bir ip onu birbirine bağlamaktadır, işte o halat gibiydi durumları. İkna olmuşlar gibiydi ama küçük bir tereddüt kalmıştı artık. Ayşe devam etti " Belki kız olur bu sefer "....... Kopmak üzere olan halat kopmuştu artık. Alaettin çok severdi kız çocuklarını, Allah ona aslan gibi iki tane erkek evlat vermişti şükürdü ama, bir tanesinin kız olmasını çok istemişlerdi. "Belki kız olur" cümlesi halatı koparıp atmaya yetmişti. Baktı Raziye'ye, gözleri kızarmıştı ağlamaktan. Sildi gözlerini. İlk kez baba olacak adamın gülümsemesi yoktu ilk duyduğunda ama artık 3. kez baba olacak adamın tebessümü vardı yüzünde. "Belki kız olur he" dedi hafif gülümsemeyle. Hayatın bir çok aileye uyguladığı kahpece hükmüne karşı, en doğru kararı almışlardı Allah katında. Bu kararı alamayan aileleri, yaşarken zindana tıkmıştı hayat. Kim bilir kaç aileye hükmünü geçirmiş, kimbilir kaç ailenin boynunu vurmuştu. Kaç milyon gözyaşı akıtmıştı. Sen böyle adisin işte hayat, bazılarını vezir edecem diye, rezil olanları düşünmezsin hiç.

                 Raziye için yaşam ikinci defa başlamıştı. Hayatın kendisini diri diri gömdüğü zamana inat gülümsedi. Elleri gitti karnına, daha dün veda ettiği çocuğuna şimdi merhaba diyordu.Ayşe mutluydu çaylarını söylerken. Beklerken çay kuyruğunda "keşke" dedi "keşke". "Keşke herkesin kararını değiştirebilsem böyle" "Ya kız olursa" demişti ama, kız ya da erkek olması değildi aslında. O bir can'ın yaşamasını sağlamıştı, kız ya da erkek olması ne farkederdi ki. Götürdü çayları, yanlarında iki simit ile. Raziye çayından bir yudum almıştı, hastanenin o bayat çayı o kadar güzel gelmişti ki, gözlerindeki o hüzün geçmişti. Bir parça kopardı simidinden, sıcakcıktı, fırından yeni çıkmış. Baktı etrafında aceleyle koşuşturan insanlara, şükür diye geçirdi içinden çok şükür. Alaettin yudumlarken çayını gözü ilişti karne ile sıra bekleyen kuyruğa. Bir var bir yok olan işini düşündü. Hayırlısı diye düşündü, hayırlısı. Kalktılar bitirdikten sonra çaylarını, döneceklerdi artık köye. 3. bir çocuk bekliyordu artık önlerinde.

               Raziye bütün yaz tütüne gidecekti, buğday tarlasında orak yapacaktı. Alaettin kimi zaman şoförlük yapacak, kimi zaman amelelik yapacaktı. Her gece içinden geçirirdi yine de belkı kız olur diye. Aslında kız olması mıydı önemli olan yoksa sadece kendisini kandırdığı bahane miydi ? O son noktada dayanamamıştı işte baba yüreği. Ya kız olursa sözü belki de kendisine söylediği en güzel yalandı. Kız çocuklarını çok severdi ama sadece kız olacağı ihtimali için dönmemişti kararından. Vicdan galip gelmişti aslında. Hayatın düzenbaz yargıcına karşı vicdanın saf avukatı kazanmıştı. Vicdan en temiz mahkemeydi hayata karşı. Mesela Hitler o kadar zulmüne rağmen hiç bir zaman ziyaret etmemişti işkence odalarına. Çünkü o manzarayı görse vicdanında aklanamayacaktı hiç bir zaman. Yalanlar işlemez vicdan mahkemesinde, hırslar, egolar kabul görmez. O yüzden önce vicdanlarda aklanmak gerekir, hayatın yalan mahkemeleri karşısında.

              Uyumadan önce gözleri iki çocuğuna ilişti Alaettin'in. Yan yana yatmış uyuyorlardı. Dünyalar tatlısı iki oğlan. Bir odanın içinde 4 kişi yan yana sıralanıp yatıyorlardı. Küçüktü oda ama bir çocuğa daha yer bulunurdu elbet. Kenarda duran tahta beşiğe takıldı gözü. İki tane çocuk büyütmüştü beşik, bir üçüncüsü için biraz bakıma ihtiyacı vardı. Yarın yaparım diye düşündü. Sarıldı yanında yatan Raziye'ye. Uyudular, belki de hayatlarının en güzel uykusuna yattılar.

             Günler günleri kovaladı, aylar ayları. Tarih 14/10/1986'ydı. Sancıları artmıştı Raziye'nin Rica minnet buldular arabayı, vardılar hastaneye. Ablası Ayşe'de yanlarındaydı hastanede. Alaettin dışarıda yaktı sigarasını başladı beklemeye. Ablasıyla konuştukları yerdeydi. Ablasının söyledikleri aklına geldi, " Belki Kız olur " sözü. tebessüm etti, sağlıklı olsun da diye geçirdi içinden. Ayşe ismini seslendiğinde attı hemen sigarasını. Hızlı adımlarla yürüdü hastaneye. Çıkarken yukarıya, memurun odasındaki takvim çarptı gözüne.14/10/1986. Çıktı yukarıya 3. çocuğunu görecekti.

              Raziye yapmıştı doğumunu, kendisi de sağlıklıydı, bebeği de. Ebe erkek oldu deyince tebessümle, zaten hissetmiştim erkek olduğunu dedi. Kız olmadığına üzülmedi. Önemli miydi kız ya da erkek olması. Kız olsaydı daha mutlu olurdu belki, kız çocuğunun hayalini az kurmuş değillerdi ikinci çocuğunda. Alaettin girdi odaya, nefes nefese kalmıştı. Ablası kucakladı çocuğu verdi kucağına. Erkekti, aslan gibi de pipisi vardı. :) Çok şükür dedi. Kız olur diye vazgeçmişlerdi belki ama erkek olmuştu işte. Önemli değildi artık kız ya da erkek olması, hiç önemli olmamıştı belki de. Adam olsun da diye geçirdi içinden. Döndü Raziye'ye. "Erkek" diye tekrarladı Raziye. Erkek adamın erkek oğlu olur dedi Alaettin, gülümsediler. İki çocuğun ismini de baba tarafı koymuştu, Raziye koymak istiyordu bebeğin adını. Babasının ismini vermek istiyordu bebeğe. Feyzullah olsun dedi Allah'ın feyzi,bolluğu, bereketi.....

            Sevgili Annem, Babam

Bu yazıyı siz de okuyacaksınız biliyorum. Bugün 14 Ekim 2015. 29. yaş günüm. 29 yıl önce yaşadığınız bu anılarınızı bazen tebessüm ederek bazen duygulanarak kaleme aldım. Kız olarak doğmadım sizi biraz üzdüm belki :)29 yıl yaşadık beraber, büyüdüm artık, size bile küçük olduğumu inandıramayacak kadar büyüdüm. Adam olamadım, ama ben oldum. Oturtup karşına verdiğin nasihatları hep dinledim. Okudum, ama hayatın size öğrettiklerini okuyarak bulamadım.  İlk okulda yamalı pantolonla okula gitmek istemediğim için ağladığım, ama bugün bunu yaptığım için utanıyorum. Siz üstüme yamalı pantalonu değil, kendi sevginizi giydirmiştiniz, bilemedim. Oysa sizin sevginiz en değerli hazinemdir benim.Bunları sizin karşınıza geçip söylemeye çalışsam yemin ederim bir cümlesini bile söyleyemem. Utangacımdır bilirsiniz. Konuşamam öyle dolu dolu.  Zor zamanlarımızı beraber atlattık, en içten kahkahalarımızı beraber attık. O gün, beni aldırmaktan vazgeçtiğiniz günden beri hayırlı bir evlat olabildiysem ne mutlu bana. Çok dua bilmem ben, benimkiler biraz masal gibidir işte. Rabbim sizlerle daha mutlu, daha güzel, daha uzun bir ömür geçirmemizi nasip eder inşallah. Allah eksikliğinizi göstermesin, seviyorum sizi :)


Not : Sevgili Halam  Ayşe BİNGÖL'ü rahmetle anıyorum. Sadece ben doğarken olmadı yanımda, vefat edinceye kadar onun sevgisini de çok hissettim. Öpülesi ellerinin yokluğunda, arıyor hala gözlerim seni. Ne zaman geçsem Barış apartmanının önünden kokun geliyor sanki. Allah hesap gününde kendisini cennetle ödüllendirdiklerinden eyler inşallah.


Yorum Gönder

0 Yorumlar